8 Kasım 2009 Pazar

aşı: bir bağımlılık öyküsü

Domuz gribi hastalığı üzerine yapılan tartışmalar vesilesiyle, aşı ve aşılanma konuları Türkiye'nin gündemine yeniden taşındı. Kısaca değinmek gerekirse, geçtiğimiz Nisan ayı sonlarında Meksika da ortaya çıkan enfeksiyon hızla yayılarak son 50 yılın en önemli salgınlarından biri haline geldi. Bu gelişme üzerine, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 11 Haziran 2009'da pandemi (faz 6) alarmı vererek olayın ciddiyeti konusunda tüm dünyayı uyardı. Pandeminin 6 olması, artık her ülkede salgının başlayabileceği anlamına geliyor. Dünya Sağlık Örgütünün de desteği ile araştırmalara hızla başlandı ve H1N1 virusüne karşı aşı çok kısa bir sürede üretilebildi. Risk grubunda olan gruplara aşı tavsiye ediliyor. Bu yazının konusu domuz gribi ve etkileri değil, bugün internetten kisa bir araştırma ile domuz gribine dair tüm bilgilere ulaşmak mümkün, ben konunun ulaşıması zor kısmına değinmek istiyorum. Toplum sağlığını bu kadar yakından ilgilendiren bir konunun Türkiye'de siyasetçiler tarafında ne kadar ciddiyetsiz bir şekilde tartışıldığını ve bu “geyik” düzeyinde tartışmaların gölgesinde kalan bazı gerçeklere işaret etmekte yarar var. Bir Zamanlar Biz de... 1798 yılında İngiltere'de çiçek hastalığına karşı Edward Jenner tarafından yapılan ilk bilimsel aşı uygulamasının Osmanlı İmparatorluğu'nda çok uzun yıllardır uygulandığı ve bu yöntemin dönemin İstanbul İngiliz Büyükelçisinin eşi Lady Montague tarafından İngiltere'ye taşındığı bilinmektedir. Genç Cumhuriyet de Osmanlı'dan aldığı aşı geleneğini sürdürmüş ve 1928 yılıda Refik Saydam Hıfzıssıhha Müessesesi kurulmuştur. 1931 yılında BCG Aşısı, 1937 yılında kuduz serumu, 1942 yılında tifüs aşısı, 1948 yılında boğmaca aşısı, 1950 yılında influenza aşısı üretilmeye başlanmış ve Türkiye, pek çok aşıyı üretip uygulayan ve tüm bu hastalıklarla mücadele edebilen bir ülke haline gelmiştir. Fakat, neo-liberal politikaların etkisi ile 1990'lı yıllarda süreç tersine dönmüş ve 1996 yılında difteri-boğmaca-tetanoz ve 1998 yılında da BCG aşısı üretiminin durdurulması ile insan hastalıklarına karşı aşı üretimi tamamen sona ermiştir. Geçtiğimiz yıl kuş gribi hastalığı insan sağlığı açısından önemini tekrar ortaya çıkarken, Manisa Tavuk Aşıları Üretim ve Araştırma Enstitüsü ise hükümet tarafından kapatıldı. Bügün... Bügün Türkiye'de insan hastalıklarına karşı hiçbir aşı üretimi yok. Öte yandan sadece 2008 yılında aşı alımı için 207 milyon 460 bin 418 lira harcanırken, 2009 yılı için bütçeden 300 milyon lira aşıya ayrılmış durumda, bu rakama domuz gribi aşısının maliyeti dahil değil. Sağlık Bakanlığı verilerine göre her yıl ortalama 50 milyon doz aşı ithal ediliyor. Rakamların çok net ortaya koyduğu üzere, domuz gribi aşısı üzerinde iktidar ve muhalefet milletvekilleri arasında çevrilen apolitik tartışmaların gölgesinde koskoca bir dışa bağımlılık öyküsü gizleniyor. Türkiye aşı ithalatına ayırdığı birkaç yıllık kaynakla, tüm aşılarını üretebilecek bir tesisi rahatlıkla kurabilir. Sürekli Türkiye'nin büyük bir devlet olduğunu vurgulayan AKP hükümeti ise görev aldığı son 7 yılda bu bağımlılık tablosunu değiştirmek için hiçbir somut adım atmadı. Sağlık Bakanlığı yetkilileri bu dışa bağımlılığı: i) üretimin maliyetinin satın almaktan daha fazla olması, (ii) Türkiye nüfusunun aşı üretimi için yeterli olmaması ve iii) Türkiye'de teknolojik yenilemede geç kalınması ile açıklıyor. Tüm bu gerekçeleri yanlışlayan somut örnek ise Küba, 11 milyon nüfusa sahip Küba, yıllardır süren ekonomik ambargoya rağmen tüm aşılarını kendisi üretiyor ve Afrika'ya da destek oluyor. Brezilya, Arjantin, Hindistan, Pakistan, Endonezya, Tayland, Meksiya ve Güney Kore de kendi aşı üretimini yapan “gelişmekte olan” ülkeler. Öte yandan teknolojik yenilenmenin hükümetin görevi olduğunu ilkokul çoçukları dahi biliyor. İmamın Tebessümü... Politikacılar toplum sağlığını yakından ilgilendiren bu konuyu, ciddiyetle bağdaşmayacak bir şekilde tartışıyor. ANKA'nın yaptığı habere göre görüşülen 100 milletvekilinden 40'ı domuz gribi aşısı yaptırmayı düşünmüyor. Türkiye'de aşı üretilmemesinin ana sorumlularından eski Sağlık Bakanı MHP milletvekili Osman Durmuş aşı olmayacağını basın açıklaması ile deklare etti. Ardından Başbakan, Cumhurbaşkanı, Kültür Bakanı ve de CHP'nin önemli isimleri de “istemezük” kervanına katıldılar. Dolayısı ile vatandaşın kafası iyice karıştı ve haklı olarak “onlar olmayacaksa, ben neden olayım sorusu oluştı. Dünya önemli bir salgınla mücadele ederken, Türkiye hala aşının gerekli ve güvenli olup olmadığını tartışıyor, tüm bu gürültü arasında Türkiye'nin dışa bağımlılığını (Ufuk Uras'ın Başbakana verdiği soru önergesi dışında) kimse dile getirmiyor. Tabipler Odasi ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından güvenli bulunan bu aşıya karşı politikacıların yaklaşımı aklımıza, halkımızın imam-cemaat ilişkisine dair vezis sözünü getiriyor: Imam tebessum ederse, cemaat kahkahadan kirilir… Son olarak en önemli nokta ise aşının, sadece bireysel sağlıkla ilgili bir konu olmaması. Bir koruyucu hekimlik uygulaması olan aşı tüm toplumun sağlığını koruyor. Peki halihazırda yaşanan bu sorumsuz çıkışlardan sonra salgın daha da şiddetlenirse, ve ölümler artarsa o hayatlara karşı da kim sorumluluk hissedecek. Tebessüm ve kahkahalarla geçiştirilebilecek bir durum olmadığı kanısındayız. -Emrah Altındiş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder